Yuval Noah Harari’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 5 - “Dik yürüme özelliğinin zamanla kazanıldığı” aldatmacası

“Dik yürüme özelliğinin zamanla kazanıldığı” aldatmacası

 Harari’nin Sapiens isimli kitabındaki masalsı anlatımlardan biri de şöyledir:

“Ayaktayken av hayvanlarına ve düşmana karşı savanı taramak daha kolaydır ve hareket etmek için gerekmeyen kollar, taş atmak ve işaret etmek gibi işler için kullanılabilir. Ellerimiz daha fazla şey yapabildikçe ellerin sahipleri de daha başarılı hale geldiler, dolayısıyla evrimsel baskı avuçlarda ve parmaklarda daha yoğun bir sinir ağı ve kasların gelişmesini sağladı.” (Yuval Noah Harari. Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi. Kolektif kitap, 2015, sayfa 22.)

Bu masalsı anlatım tarzı, Lamarck zamanında, genetik bilginin varlığının bilinmediği çağlardan kalmadır. Halbuki bugün çok iyi biliyoruz ki, genlerde yer alan bilgilerin fiziksel yapımızı etkilemesi ile yapabildiğimiz şeylerin kapasitesi belirlenir. Ancak bunun tersi, yani yaptığımız hareket ve davranışların genlerimizi etkilemesi gibi bir mekanizma asla söz konusu değildir. Gen varlığının bilinmediği bir dönemde spor yapan, ağırlık kaldıran insanları izleyen bir gözlemci, sadece ağırlık kaldırdıkça kas kemik yapısının güçlendiğini görerek böyle bir yanlış çıkarımda bulunmuş olabilir. Aslında o devirde bile, sporcuların çocuklarının -spor yapmazlarsa- kas kemiklerinin ebeveynlerine benzemediği gözlense böyle bir iddia ortaya atılmayacaktır.

1996 yılında insanın iki ayaklı yürüyüşü konusunda araştırmalar yapan İngiliz mühendis Robin Crompton, yaptığı bilgisayar simülasyonları sonucunda maymun yürüyüşü ve insan yürüyüşü arasında bir hareket şeklinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Crompton’ın çalışması göstermiştir ki, bir canlı ya iki ayağı üzerinde dik olarak yürüyebilir, ya da dört ayağını kullanarak ve öne eğik olarak hareket edebilir. Bu ikisinin arasında kalan bir yürüyüş modeli son derece verimsizdir.

Dahası, fosil kayıtları, hiçbir zaman hiçbir canlının insan ve maymun yürüyüşü arası bir hareket şekline sahip olmadığını göstermektedir. Fosil kayıtları üzerinde yapılan detaylı incelemeler, Australopithecus ve Homo Habilis sınıflamalarına dahil edilen canlıların maymunlar gibi dört ayaklı ve eğik yürüdüklerini, Homo Erectus ve Neandertal adamı gibi insan ırklarının aynı bizim gibi dik yürüdüklerini ispatlamaktadır. Yani iki ayaklı dik yürüyüş modeli, dünya üzerinde ilk olarak insanlarla birlikte ve aniden ortaya çıkmıştır.

 

Sosyal Darwinizmin Getirdiği Tehlike

Kitapta evrim teorisini desteklemek amaçlı yapılan anlatımların sonrasında ateist düşünce yapısı üzerine bina edilen felsefeye genişçe yer verilmiştir. Dünyamızın geçmişte, şu an içinde sürüklendiği ve ileride sürüklenebileceği dinden uzak yaşam tarzının oluşturduğu çarpık sistemlerin analizi yapılmıştır. Dikkat çekici olan kitabın yazarının, bunları anlatırken gerek açık gerek gizli verilen tehlikeli Darwinist mesajların, bu hatalı düzeni daha da derinleştirici etkisi olacağını görmüş olmasıdır:

“Biyoloji bilimine göre insanlar (haşa) “yaratılmamış” evrimleşmiştir. Ve evrim kesinlikle eşitlikçi değildir. Eşitlik fikri yaratılış inancıyla iç içe geçmiştir. Eğer Hıristiyanların tanrı, yaratılış ve ruhlar hakkındaki mitlerine inanmıyorsak, tüm insanların “eşit” olması ne anlama gelmektedir?... Biyolojide hak diye bir şey yoktur. Sadece organlar, beceriler ve özellikler vardır.... Peki ya özgürlük? Biyolojide özgürlük yoktur. Tıpkı eşitlik, haklar gibi özgürlük de insanların ancak hayal güçlerinde icat ettiği ve yaşattığı bir kavramdır. Biyolojik bakış açısıyla bakıldığında insanların demokrasilerde özgür, diktatörlüklerde özgürlüklerinden mahrum yaşadıklarını söylemenin hiç bir anlamı yoktur.” (Yuval Noah Harari, Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi, Kolektif kitap, 2015, sayfa 118)

Şu bir kaç satırı okumak bile Darwinist düşünce yapısına sahip dünyanın ne kadar vahşi bir hal alabileceğini anlamak açısından çok önemli. Evrimci düşünceyle şekillenmiş, Allah’a inanmayan bir toplumda insanların ne kadar sınır tanımaz hale gelebilecekleri ortada. Din ahlakı yıkıldığı anda, dinin özünde yer alan dayanışma, fedakarlık, merhamet, yoksulların ve zayıfların korunması, tüm insanların eşit sayılması, sevgi gibi erdemler yerini, zulüm, baskı, işkence, bencillik, sevgisizlik, köleleştirme, öldürme gibi tehlikeli ve acımasız bir hayat tarzına terk edecektir. Hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar anlamını yitirecek, güçlünün zayıfı, zenginin fakiri ezdiği bir ortam, çok kısa sürede yaşanılmaz hale gelecektir. Evrimci düşünce bu hayat tarzını, teorinin temelinde mücadele olduğu için sözde “doğal seleksiyonun” bir parçası olarak niteler ve bir gereklilik olarak görür; böylece kendilerince güçlü, sağlıklı, akıllı nesillerin, sözde evrimin ilerlemesine katkıda bulunacağı iddia edilir.

Bu acımasız düşüncenin örneklerini Darwinist fikrin dünyaya hakim olduğu 20. yüzyılda çokça yaşadık. Hitler, Stalin, Pol Pot gibi diktatörlerin zalimliğini, milyonlarca insanı nasıl soykırıma uğrattıklarını, Hitler'in kendince "aşağı ırk" olarak gördüğü insanları nasıl gaz odalarında öldürttüğünü; birçok Batı ülkesinde yüz binlerce insanın sadece hasta, sakat veya yaşlı olduğu için nasıl zorla kısırlaştırıldığını veya ölüme terk edildiğini 20. yüzyılda tüm dünya izlemiştir. Acımasız rekabet nedeniyle dünyanın her yanında insanların ezildiklerini ve sömürüldüklerini; ırkçılığın kimi devletlerin ideolojisi haline geldiğini ve bazı ırkların insan bile sayılmadığını; komünist ile kapitalist, sağ ile sol arasında çatışmalar, sıcak ve soğuk savaşlar yaşandığını; aynı ülke halklarının, hatta kardeşlerin bile birbirlerine düşman hale geldiğini herkes bilmektedir.

Evrimci düşünce yapısına sahip ateist bir kimse de, aslında dine ait ahlak kurallarının yaşandığı bir dünyanın, çok daha iyi bir hayat olacağının farkındadır. Ancak bu kişilere “Gelin din ahlakına uygun yaşayalım” demek, onların ideolojilerini birden bire değiştirmeyecek, istenilen sonuç alınamayacaktır. İşte bu noktada, inançlarının temelinde yer alan sözde evrim teorisinin geçersizliğinin çok iyi anlatılması, Harari’nin kitabında anlattığı düşünce yapısını ve diğer ateist sistemleri temelinden sarsacak ve çökertecektir. Evrimin geçersiz olduğunun ve evrime dayalı bir hayatın geçersizliğinin bilimsel delillerle kanıtlanması, insanı, evrenin ancak bilinçli bir güç tarafından yaratılabileceği sonucuna ulaştıracaktır. Allah inancının topluma hakim olması da, sevginin, kalitenin, özgürlüğün, demokrasinin, saygının ve her türlü güzelliğin temeli olan din ahlakını hakim kılacak; dünya cennet gibi olacaktır.